29 Eylül 2008 Pazartesi

izafiyet


boyun kadar, belki boyundan çok az daha uzun bir tepeye "dağ" deyip yamacında bir gezintiye çıktın. kulağında, dünyada hiç yapılmamış ve belki de sonsuza dek hiç yapılmayacak bir şarkının, senin şarkının, melodisi var. nereden geldiğini, nereye gittiğini, seni bekleyenleri ve beklediklerini çoktan unutmuşsun. zaman keşke dursa klişelerinden vazgeçmiş, zamanın hakikaten de durduğuna inanmışsın. ayağının altındaki çimenin kokusu bulutlarınkiyle birleşmiş kafanda. hemen o an bunu bir parfüm şişesinde hayal etmişsin. mavili yeşilli o parfüm şişesi, boyun kadar dağın yamaçlarında yok yere güldürmüş seni, o durmuş zamanda.


sonra korkmuşsun duran zamandan. başlatmışsın yine kaldığı yerden ve bulutlar bir anda yok oluvermiş. yok saydığın o küçücük, belki de kocaman, zaman dilimi belli ki aleyhine çalışmış. parfüm şişesine hapsetmeye çalıştığın bulutları; donukluğunla, kendi kendine gülmelerinle, düşünceli halinle korkutmuşsun ve hepsi başkasının tepesine üşüşüvermişler.


böyle böyle başlarmış masallar. hayallerle. gerçeküstülerle. gerçeklerle. bir varmış bir yokmuş. bir bulut çok korkmuş ve birden yok (mu?) olmuş...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

o bulut yok olmaya mahkum. çünkü ben inansam yok olmayacağına, ki tek başıma inanamam biri lazım yanımda. sonra bulsma diğer inanan birini bu sefer ben vazgeçerim inanmaktan.
bulut hep bekler mi inanalım diye?

shamamciyan dedi ki...

biri beklemezse diğer biri gelir ve diğerinin yerine beklemeye başlar ta ki bir yenisine bırakana kadar kendi yerini.