23 Haziran 2008 Pazartesi

pembemsi kahve

edindiğim renk. pembemsi kahverengi. tatilin bana hediyesi. güneş, deniz, hamak, yastık. yola çıkarken sevdiğim ve bütün gün dinlediğim şarkı radyoda, sonra kumsalda yine o şarkı ve en son sırtımda güneş yanığıyla dansederken bir daha o şarkı. tatlı bir rüzgar. sevginin kokusu. sevgilinin kokusu. sevgilinin sesi. ferah bir salata. kuş sesi. uçuşan kıyafetler. uçuşan saçlar. uçuşan yapraklar. buz gibi su. buz gibi deniz. buz gibi limonata. kumda gezen ayaklar. çimde gezen ayaklar. suda yüzen ayaklar. hafif bir ürperti. taze meyveler. küçük ve yavaş adımlar. büyük gülümsemeler. kahkahalar...

yaz geldi. bu ne demek biliyor musun okuyucu. artık aylar boyunca hiçbir şeyden şikayet etmeye hakkın yok demek. mevsimlerin en koşturmalısı güneşi tepene dikti demek. şikayet diil hareket etmen gerek demek. üzerine geçirdiğin incecik bir kıyafetle anında sokaklara özgürce dökülebilmek demek. arkadaşlarınla vakit geçirmenin en rahat en eğlenceli zamanı geldi demek. yapıcak çok şey var demek. ellerin cebinde denizin kokusunu çekme hatta doyamayıp içine girip kocaman sarılma zamanı geli de geçiyor demek. yaz demek aşk demek...

durma. ekranına diil çık gökyüzüne bak, bulutlar üstünü sarmadan. mouse'unu diil sevgilinin elini, arkadaşının omzunu tut. bilgisayar sandalyene diil çimlere, kumlara otur. odanın havasını diil deniz havasını solu!

20 Haziran 2008 Cuma

detay

siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah siyah siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah siyah siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah siyah siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz pembe beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz beyaz siyah siyah siyah siyah beyaz siyah siyah siyah siyah siyah siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah beyaz beyaz beyaz beyaz beyaz siyah beyaz siyah

19 Haziran 2008 Perşembe

iletiştirdiklerimizden misiniz


Şu iletişim denen meret ve askerleri etrafımızı sardı. Savulun. Hızla iletişimsizleşiyoruz sayesinde, bilmeden gayet ironik bir şekilde. Dağılın. Öyle de illet birşey ki önce sevdiriyor kendini, sonra alıştırıyor, ele geçiriyor, savaşı kazanıyor. Yıkılın. Farketmeden kanıksamak ne tehlikeli şey. Artık o görüşmek için gün ayarladığınız, buluşma yerinde trafiğin neresinde olduğunu, kaç dakika sonra geleceğini bilmeden ve sabırla, umutla dakikalarca beklediğiniz, karşılıklı oturduğunuzda anlatacaklarınızın biriktiği arkadaşlarınızı görüp görmemek o kadar da mesele değil. Çünkü hayatına dair tüm ayrıntıları bilebileceğiniz bir facebookunuz, geri kalanları bire bir anlatacağı bir msniniz, son saç modelini, rengini, yeni kız arkadaşını, odasının yeni şeklini, modifiye ettiği arabasını, yeni doğan bebeğini, düğününü ve daha milyonlarca ayrıntıyı görebileceğiniz dijital fotograflarınız ve tabi ara sıra küçük küçük hasret giderip "buluşalım bi ara yaaaa" demek için kullandığınız esas amacı nadir hizmet veren cep telefonlarınız ve smsleriniz var...
Ben kendi adıma, bilmemkim pabucuyarım, çık dışarıya oynayalımları, kapıya dayanıp ben geldim diyenleri, diyebilmeleri, sabırla birilerini taksim meydanının ortasında 15li 20li dakikalarca bekleyip ha geldi ha gelecek heyecanlarını yaşamayı, birilerini özlemeyi, özlemeye fırsat bulmayı, planlar yapıp yapıp buluşmaları, spontane buluşmaları, çektiğim fotografı görememeyi, güzel mi çıktı kötü mü, nasıl cıktı diye meraklarla 24ü tamamlamaya çalışmayı, filmi banyoya verip iki gün beklemeyi, fotograflara "elimde tutarak" bakmayı, albümler yapmayı ve böyle birsürü falanları filanları çıldırasıya özlüyorum. Ölmüş birini özler gibi, pek çaresiz...
Hey sen, pabucuyarım! Çık dışarıya oynayalım! Mı?

açılış kokteyli, 3 buzlu 1 limonlu

Gecenin 02:20'sinde, simetrik anlarda, yatağa simetrik uyumak varken, dolunayken, hava 25'lerdeyken, kafa 1500'lere içmeden kayarken, konuşacak kimse yokken, koca evde bir'ken ve muhtemelen yarın bu saatin 12 fazlası civarlarında ne alaka diye düşüneceğimi ve kendimden pek hazzetmeyeceğimi biliyorken bir blog yarattım, içine de ilk bu kelimeleri attım?! Bir ben mi eksikmişim bakalım. Tebdili mekanda ferahlık vardır umarım...