12 Kasım 2008 Çarşamba

keyfekeder


görüşüm bulandı. saçma sapan maceralarım da bu bulanıklıkla birlikte başlamış oldu. hali hazırda söylemeye bile gerek görülmeyen 0,25 yani çeyrek oranda bozuk uzağı görmeyen gözlerim sanki daha bir görmüyor gibi geliyordu. teyid edilmeliydi veya en iyi ihtimalle gönül ferahlatılmalıydı. kliniğe (ki burası daha sonra tarafımdan çok başka biçimlerde adlandırılacaktı) girdim, uslu uslu arkamdaki nışantaşını izlemeye ve sıramı beklemeye başladım.

gereksiz bir form, sosyal sigortamın güncellenmemiş olması sebebiyle vereceğim paranın iki katını ödeyeceğimin haberi, göze ani hava püskürtmeli ve ovaların ardındaki eve bakmalı mini göz muayenesinden sonra esas muayene için bekliyordum ki freak show'un (bunun bire bir türkçesi var mı allahaşkına böyle yazmayı ben de pek istemezdim ama idare edin artık) ilk kahramanı olan "dayı teyze" geldi.

"dayı teyze"miz bildiğiniz standart bir dayı edalarında yine bildiğiniz standart teyze görünümünde bir alaşımdı. kollarını geri, karnını ileri çıkara çıkara yürüyen dayı-teyze hantal görünümüne göre bir o kadar ataktı da. öyle ki adı müzeyyen ayarı bişeydi hatırladığımca ama pelin isimli biri odaya çağrıldığında benim benim diye fırladı ve hastabakıcı çocuk şoklara sevkolurken "siz pelin diilsini ki?" demek zorunda kaldı dayı-teyzenin atak cingözlüklerine inanamayarak.

ben böyle dayı-teyze'yle oyalanırken "minikafa" geldi ve yanıma oturdu. minikafa, vucuduna göre adı üstünde daha da minik bir kafaya sahip oluşunu inkar edercesine, o kafasını daha da minik gösterecek illüzyonlara sebep olan, üzerine 3 beden büyük, dev vatkalı, yakası kürklü bir palto giymişti, hiç de paltoluk bir hava olmamasına rağmen. yanıma oturuşu pek de hayırlara vesile olmayacağı baştan belli olan minikafa, bulunduğumuz ortam dolayısıyla çok da doğal olan görmeme sorunundan muzdarip "benim gözüm görmüyor kızım"lı cümleler kurararak elime tutuşturdu, beklerken insanları oyalamak üzere icat edildiğini düşündüğüm uyduruk formu ve nüfus cüzdanını. adı soyadı gibi bilgileri geçtikten sonra "adresiniz?" dedim ve fısıldamadan da öte bir ses tonuyla başladı bilgileri vermeye ve dolayısıyla minikafayla kafa kafaya bir 10 dakika geçirdik ta ki o lanet formun son sorusuna gelinceye kadar: "mesleğiniz?" gayet emekli, öğretmen, muhasebeci görünümlü minikafa beni benden alan, hayallere, sorulara koşturan cevabı vardi birkaç uzun saniye bekledikten sonra: müzisyen! vay anasını!

müzisyen minikafaya şaşırırken 3in1 adlandırdığım ailenin 2si olan anne ve kızı belirdi kapıdan ve tabii ki karşıma geçtiler. ve yanımdaki camdan nışantaşına nazır garip el kol hareketleri yapmaya başladılar. onları tamamlayacak olan 3. kişi yani "gülen baba" yoldaydı ve tarif vermek yerine kendilerini görmesini sağlama yolunu tercih etmişlerdi. başarılı da oldular gülen baba da gelip karşıma oturmuştu mütemadi gülüşleri ile birlikte. karşımdaki 6 koltukluk boş yere 3lü kombinasyonlar halinde sürekli değişen biçimde oturup kalkıp kaynayacaklardı önümüzdeki 1 saat içinde.

ben onların kombinasyonlarına dalmış, gülen babanın herşeyi gülerek söyleyişlerinden sinirlerim bozulmuş sırıtarak güzel gözlük nerden alırım acaba, gözüm ne durumda diye düşünürken minikafa "sizin neyiniz var?" dedi. "numaram değişmiş" deyince de "olur olur, yeter ki gözünüze bişey olmasın, onlar geçer" gibi beni bir 15 dakika daha oyalayacak tarihi cümleyi kurdu.

böyle böyle ardı arkası gelmeyen bu şov; uyuyan teyze, asabi abla, yuvarlak nine ve daire torun, bantlı yüz, plaza adamı, retro abla gibi rengarenk karakterle devam ediyor ve git gide de eğlenceli bir hal alıyorken adım yankılandı ve doktorun yanına çağrıldım.

birbirine gayet benzeyen lanet C ve O, B ve R, N ve M, Y ve V beni yanıltmak üzere minnacıklaşmış bekliyorlardı. B ama R de olabilir gibi saçma sapan yorumlarımı filtreleme yeteneğine sahip müthiş doktor alfabe benden ben alfabeden yorulunca bana "keyfekeder bir miyop" teşhisi koydu. ister gözlük tak ister takma cinsinden.

bir freak show'la bir buçuk saat eğlenmeyi "göze alan", küçük bulanıklıkları "gözünde büyüten", onun bunun gibi değil keyfekeder numara farklarıyla türlü numaralara maruz kaldığım 0,5 farklık günü de keyfime kederle bitirdim.

el deliye ben akıllıya, bayaa bi', hasret..

6 Kasım 2008 Perşembe

degradesiz geçişler

kadın salonda iyiden iyiye yayılmış kocasına seslenir. bu ilk seslenişi de olmadığı için sesi artık çileden çıkma mertebesine de bir hayli yaklaşmıştır. tek istediği olduğu yerde uyumaya niyetlenen ve günlerdir banyoya girmeye yeltenmeyen kocasını artık suyun altına sokup sabuna boğmaktır. adam oyalar da oyalar. genç kız nazına bürünmüştür bir kere. sonsuz ısrarlar sonucu adam bir zahmet, dırdırları eşliğinde banyoya girer nihayet. haftalık rutin, eziyetlerle tamamlanmıştır.

erkekler yaşlandıkça, yaş aldıkça suya uzaklaşırlar. banyodan, yıkanmaktan kaçışların peşine düşerler. gençken, delikanlılıkta yazın yarım saatte bir duşlara giren, kısa saçının nimetleriyle uzun saçlı bizim cinse nispet yaparcasına yıkananan ve çıkan, sulara sabunlara doyamayan o erkeklere, yaş aldıkça olanlar olur, isimleri haykırıp nefesler tükenene kadar banyoya girmez hale bürünürler.

çünkü efendim, yaşlandıkça yüzdesel olarak kadınlara yakınlaşma ihtimali oranı bir hayli düşmüştür. gerek görmezler. hayatında bu ihtimali barındıran genç erkek, sürekli temiz olması gerektiğini bilinçaltına işlemiştir. ne olur ne olmazlarla alışkanlığa dönüştürmüştür. ama beyimiz yaşlandıkça madem kadınlar uzak niye ıslanayım, sabunlanayım, zahmetlere gark olayım diye düşünür.

aynı mantık tabi diğer cinste de mevcut. uzayıp birleşmiş kaşlar, kafaya haresel bir hava katan beyaz saçlar, dokunulmaması gereken kaktüs bacaklar, makyajı unutan transparanlığa yüz tutmuş cilt, orantısız tırnak boyu...

onu buna çakıp, binbir aksesuarla süsleyip, modayla harmanlanan üst başı parfümle süsleyen genç insan bunu sadece eşleşmek için mi yapar ki yaşla ters orantılarda harcanır bu alışkanlıklar. ben kendim için yapıyorum, kendime saygımdan bakımlıyım'lar nelere yenik düşüyor da yok olmaya tarihin tozlu fotograflarında yer almaya yüz tutuyor peki. sevgililer eş olunca, kıskanılan hemcinsler (bu kelimeden nefret ettiğimi farkettim muadili var mı) kıskanılmayacak hale gelince bitiyo mu kendin için yaptıkların, hım?

kaideyi bozmayan istisnalar bakımlı, modaya uygun giyinen yaşlılar değil giyinmeyenleri olsun istiyorum artık. ben de öyle olmak için var gücümle çalışmalıyım, sen de öyle.

evet sana söylüyorum genç insan. böyle yaşlan. yaşlanmadan yaşlan. madem her yaşın ayrı bir güzelliği var endeksleme hiçbir davranışını gençliğine de, sırıtmadan saçmalamadan güzelce uyarla, gir suya dokun sabuna, modelden modele sok saçını, spor yap, güzel şeyler ye, modayı takip et, senin gibi tonton arkadaşlarınla buluş film partisi yap, sohbetlere aban, cafelerde buluş, torunlarla toplan tabu oyna, telefonda en yakın arkadaşını işlet, havuza bombalama atla, müziği teknolojiyi takip et, eşin hep sevgilin olsun onu şaşırt, kıskan, ona özel süslen, dergileri kucağına topla elinde portakal suyunla parkta otur keyif çat, balığa çık, evinin şeklini değiştir, tatile çık dünyayı gez, çimlere uzan, güneşe uzan, yıldızlara uzan, çiçek yetiştir, hayvan besle, doğayla ilgilen, yeni arkadaşlar edin, eskilerine çok iyi davran, oyun oyna, koş, yeni yemekler dene, gitmediğin gezmediğin yerleri keşfet, gül, kahkaha at, dans et, resim çiz, şarkı söyle, fotograf çek, bol bol sarıl, öpüş, koklaş, seviş, bunların hepsini yapacak enerji için de kalbindeki aşkı sakın kaybetme!

4 Kasım 2008 Salı

çaresiz hasret sanrıları


kan ter içindesin, ensen sırılsıklam olmuş saçlarının ıslaklığını hissediyorsun, umurunda değil. koşmaya devam ediyorsun. nereden nereye ne amaçla koştuğunu bile unutmuşsun. senin gibi koşanlar da var etrafında. yüzünde kocaman bir gülümseme, ara ara kahkahaya dönüşüyor, sen güldükçe nefesini daha da bir kesiyor. aniden durup dizlerini hafif kırıp ellerini dizlerinin üzerine koyuyorsun, gülmeye devam ederek soluklanıyorsun. nefes nefesesin sırtın inip kalkıyor. eve bir bardak suyun hasretiyle koştuğunda, tüm bu enerjin bitip döndüğünde seni bekliyor olacak olan kekin şekerli, tatlı kokusunun heryere sinmiş olduğunu anladığında eskisinden daha da mutlusun. arkandan sana bağırılan öğütleri dinlemeden yine fırlıyorsun sokağa.

tertemiz berrak güneşli bir hava var. en güzel mevsimde, günün en güzel saatinde, hayatının en güzel yıllarındasın... çocuksun.

ölmüş birinin özlemenin çaresizliği gibi çocukluk anıların gelir bazen aklına, yapacak birşeyin olmaz, dümdüz bakarsın en yakınındaki en saçma nesneye, kilitlenir, gidebildiğin kadar geriye gitmeye çalışır, başardıkça da hüzünlenir daha bi çaresizleşirsin.


yıllar geçtikçe sen istemeden de olsa üzerine sıra sıra binen sorumluluklar, sorumluluklardan muaf olduğun o günleri daha da bi' özlemene sebep olur, her gün daha da şiddetlenerek.

yazın yüzmelerin, kışın kartoplarının peşinde, çok tekerlekli bisikletini düşünerek geçirdiğin günlerde, arkadaş grubunda sadece insanların değil, kedilerin, köpeklerin hatta civcivlerin kelebeklerin olduğu, bir topun peşinde amaçsızca koşmanın nefes kesen heyecanlarıyla, gerçek süperkahramanlarının olduğu, ağaçların tepesinde, sahte çadırların içinde, kendini bile düşünmen gerekmezken bunu senin yerine annen yapıyorken, enerjin bitmek bilmezken, kumdan kaleler mecazi anlamlar taşımıyorken, duygularını göstermektan, yaşamaktan, sevincini üzüntünü açık açık paylaşmaktan sakınmıyorken, yağmurdan kaçmayı değil biriken sularda zıplamayı, kagıttan gemileri yüzdürmeyi tercih ediyorken, en kötü ihtimal ev ödeviyle burulan vicdanın bile çizgi filmlerin neşesiyle kifayetsiz kalırken, kariyerlerin değil uçurtmaların peşinde koşuyorken, bilgisayar başında büyüttüğün göbeğini eritmek için değil sırf eğlenmek için taklalar atıp koşturuyorken, arkadaşlıkların egolardan değil omuzlara atılmış kollardan ibaretken, korkuların saklambaçta yakalanmak kadar naifken, sevgini saklamayı değil kocaman kocaman göstermeyi tercih ediyorken, hayallerin astronot olmalara varacak kadar uçsuz bucaksız sınırsızken, çok çabuk heyecanlanıp bunu saklama gereği duymuyorken, gülmelere kahkahalara doyamıyorken, şimdilerde en çok düşündüğün şeylerden biri olan nasıl göründüğünle hiç ama hiç ilgilenmiyorken, küçük şeylerden 'gerçekten' mutlu olabiliyorken, mutluyken, bilmezsin huzurun gerçek anlamını ve o günlerin değerini, bilemezsin. daha kötüsünü, ya da iyisini, veya farklısını görmemişsindir henüz. ve gördüğünde de işte yine o buruk çaresizliğe bürüneceksindir, çünkü artık çok geçtir.

çoktan o yollardan geçmiş geçkinler seni uyarmak isterler, değerini bile bile tadını çıkara çıkara harca o en değerli hakkını isterler. ve ne yazık ki pek beyhude çabalardır bunlar.

çünkü hayatta herşeyin değeri en çok kaybedilince anlaşılır...

3 Kasım 2008 Pazartesi

oğullara kızlara analı uyarılar silsilesi


ne diyor atasözü: anasına bak, kızını al. burada sorun yok. ancak anasına bakıp kızını alırken aynı şeyi oğulları için yapmanızı pek tavsiye etmiyorum. oğlunu alırken anasına hiç bakma, mümkünse o da sana bakmasın. zira o sistem bu ikilide pek işlemiyor ve hatta sarpa sarıyor.


şöyle ki ben oğullarıyla ilgili bir şekilde saplantılı olmayan bir anneye henüz rastlamadım. fazla sevgiden midir bilinmez illa ki muhakkak bir yerlerden bir paylaşamama mevcut. en fenası ve sık olanı, oğlunun sevgilisiysen sende yanlış giden bir şeyler vardır, o zavallı masum oğlanı kandırıyorsundur, kötü emellerine alet ediyorsundur, güzel yemek yapmayı bilmiyorsundur, oğlana iyi bakamayacaksındır, yanlış mesleğin insanısındır, doğru bir eş olamazsındır, yıllar yılı onun bakıp sevdiği oğlunun sevgisin sen nerden çıktın da paylaşmaya kalkıyorsundur, zaten senden iyisi bir yerlerde muhakkak vardır ve o biyerlerdeki senden iyi olan kopup gelse ondan da iyisi vardır.


şimdi bu oğlanlara can veren analar iş kızlara gelince neden böyle saplantılı olmuyorlar onu da anlamış diilim. yere göğe sığdıramıyorsan kızını da sığdırama mesela. kurnaz kadın kızını da kurnaz görüp başının çaresine nasılsa bakar diye düşünürken oğlunun karşısına çıkacak olan kendi gibi kurnaz hemcinslerinden mi korkar, yoksa hemcinsi diye mi kıskanır? vakti zamanında bir adamın karşısına çıkan da oğlunun karşısına çıkan kız gibi kendisi değilmidir? ve zaten bir zamanlar karşı safhta yer alan kadın nasıl unutur da, belki de kocasının annesinden gördüklerini uygular hale dönüşebilir? oğlunun başka bir kadını sevmesini analık içgüdüsüyle ve kadınsal bir içgüdüyle kabullenemez de iş kıza gelince sevilen bir adam olduğundan mı içi rahattır.


zira hem kızı hem de oğlu olan nice analar da gördüm. kızına ve oğluna olan tavırlarına geldi mi sıra adeta çift karakterli oluveriyorlar ve şizofren bünye çocuklarda da algı şoklarına sebep de olmuyor değil hani.


hiç de garantisi yok, bir oğlum olursa şayet (ki benim oğlum olurmuş öyle diyorlar, kuvvetli bir kaynana potansiyeli gördüklerinden midir bilmem) aynen bende bu hallere bürünürüm herale. kısım kısım kıskanırım oğlumu da kimselerle paylaşamam ama kızım başının çaresine nasılsa bakar. derken de erkekler ilişkilerde hiç de öyle görünmemesine rağmen naif kadınlarda daha komplike düşünen ve davrananlardıra da bir referans adeta.


şimdi elin kızı gelip de oğulcağızımı kandırmasın sakın. hem söyler misiniz benim oğlum çok daha iyi kızları haketmiyor mu allahaşkına?


:)