6 Mayıs 2009 Çarşamba

alelade bir yaz günü, pijamalar çoktan giyilmiş ailece uyuma safhalarındayız. tarihin yaşımı 12 civarında gösterdiği zamanlar. normalde 2 çocuklu bir aile için tasarlanmış yazlık evde 8 hatta dönemine göre 9-10 kişi kalıyoruz. bu sebeptendir ki ebeveyn odası olarak yaratılan odada ebeveynlerime bonus olarak ben de kalıyorum. okulun açılmasına az zaman var. uyumadan önce anne babayı bir arada bulan ben bahsi geçen günlere damgasını vuran majör dileğimi dile getiriyorum. bir bilgisayar. annemin, nasıl birşey istediğime ve fiyatının ne olduğuna dair bilinçli sorusu, babamın istediğim özellik ve parçalardan toplama bilgisayar yaptırabileceği bir arkadaşının varlığıyla şekillenirken içimdeki tipik ergen dile geliyor ve başlıyor bir bilgisayara dair istediği özellikleri saymaya. toplam sayısı 4ü geçemeyecek, bilgiden ve farkındalıktan yoksun bu özellik sıralamasının son durağında ağzımdan belli belirsiz bir laf çıktı: CDrom


o sıralar bir bilgisayar için en havalı yenilikti ve adı bir anda duyulur olmuştu CDromun. sorsan nedir diye, ki annem lafımın hemen üstüne sormuştu da, manalı bir cevap alamazdın benden. çünkü biliyordum, kim bilir nerelerden duymuş da öğrenmiştim, yeni ve güzel hatta gerekli birşey olduğunu ama bir mit gibi tam da bilmiyordum neci olduğunu, ne işe hizmet ettiğini. ama olmalıydı işte. moda gibi, gençler arasında popüler olan bir nesne gibiydi CDrom. teknolojik bir yenilikti belli ki ve bir bilgisayar parçasıydı nihayetinde ama bir bilgisayarım olacaksa CDrom'lu olsundu.


ve olmuştu da. kendisiyle ne yapılacağını bilmediğim ama havasından da geçilmeyen CDromum, bilgisayarıma bir güzel ilişmiş ve kendisine vereceğim eşsiz görevleri bekliyordu, hiç gelmeyeceğini sanarak umutsuzca. çünkü ne ona okuması üzere görev adledeceğim bir CD'm ne de neden bir CD'ye ihtiyaç duyacağımla ilgili herhangi bir bilgim vardı.


derken işgüzar bir dergi günün birinde bir aslan belgeseli VCD'si verdi ve tabi olaylar gelişti. en yakın arkadaşımla okuldan çıkıp dosdoğru eve bilgisayar başına, tek ve yegane hedefe odaklanarak kurulduk. elimizde bir CD ve onu çalıştırmayı görev edindiğini vadeden bir de CDrom vardı. yapmamız gereken çok fazla şey olmamalıydı diye büyük umutlarla CDyi olması gereken yere, CDromun içine koyduk ve beklemeye başladık. çok da uzun sürmedi karşımızda duranın komutsuz hiçbir görevini yerine getirmeyeceğini anlamamız. ama ona, bize aslanları göster komutunu nasıl vermeliydik acaba. okulun en bilgisayar kurdu, ki bildikleri aslında çok da iç açıcı şeyler değildi bizden ve sadece yarım adım ötedeydi, aranmalıydı. özenle bu saçma amaç uğruna ev telefonlarında uzun süren konuşmalar, art arda yüzlerce kere aramalar, tükenen umutlar ve belki de bilgisayar başında harcanan uzun saatlerin sonunda, kim bilir ne yapmıştık da ekranda o melün aslanlar belirivermişti ve bilgisayara karşı aciz anılarımı paylaştığım, bilgisayarı en saf haliyle ve en saf halimizle keşfedişimin yoldaşı, sonradan bilgisayar programcılığının üzerine bilgisayar öğretmenliği okuyan ve bugünün bilgisayar öğretmeni arkadaşımla bugünün bilgisayar kurdu ben; bir daha bir bilgisayar yüzünden asla yaşayamayacağımız bir mutlulukla birbirimize sarılıp basbayağı sevinçten ağlamıştık (!)

ilk bilgisayar anıları tabi bu bol sevinç gözyaşılı dönemde başlamıyor. kendi ilk kalantor, kallavi boyuttaki o hantal ve tabii ki CDrom'lu masaüstü bilgisayarımı edinene kadar bilgisayarlarla aramızda geçen münasebetlerin ilki, ilkokul yıllarına denk geliyor.

bilgisayar demeye bin şahiti ısrarla isteyen o aletlerin başına geçip, ders namına öğrendiklerimiz, sanma ki şimdinin windowsu wordü öğrenen çocuklarınki gibi komplikeydi. Önümüzde simsiyah bir dos ekranı, tek hedefleri olan, ekrana diktörtgen bir renk atayıp ona başka bir renkte çerçeve atayarak yanıp söner gibi renk değiştirmelerini sağlamak olan bir sürü çocuk, oturup bir saat boyunca bol noktalı bol taksimli ve bol C harfli hallerle kod yazıyor, ve yanıp sönen çerçeveli ekrana bakıyor ve bir bilgisayar mühendisinin dev yazılımının evlerde kullanılışının gururuna sevincine denk anlar yaşıyorduk.

prince şimdilerde play station'larda olduğu gibi alevli malevli, yanar dönerli, mısırın best modeli değil, koşarken aniden duramayan ileri geri savrulan pikselli sersemin tekiydi ve o tıfıl haliyle bizi okul sonrası ev tembelliklerimizde susam sokağı kadar olmasa da, saatlerce oyalamayı başarırdı.

şimdi usb sticklerin MB'larıyla yetinemezken o zamanlar bir disketin miniminnacık sığasına dünyaları sığdırır, ordan oraya taşırdık. dial-up'ın cızırtılı, adını okurken bile senin de kulağında yankılandığına emin olduğum o cazır cuzur bağlantı sesiyle dakikalar geçirir, sabırla internete, adeta CIA'in gizli dosyalarına girmeye çalışırcasına efor sarfederek girerdik. telefonu meşgul eden internetimiz annenin şikayet engeline takılır da, uzun uzun telefon konuşmalarını beklerdik tekrar cızırtılarla kaldığımız yere geri dönebilmek için.

ve olur da bir yerlerden bir fotograftıysa görmek istediğimiz, bugün olduğu gibi göz açıp kapama süresinde açılan sayfalarca fotograflarda olduğu gibi değil değil, dakikalarca satır satır dolardı ekranımıza sabrımızı sınarcasına. ve eğer o günlerde günün modası facebook varolsaydı, sınıf arkadaşının fotografını görmeyi beklerken mezun bile olabilir, sana ayarlanacak kişinin fotografını görmeyi beklerken evde kalabilirdin.

eski bilgisayarımı artık görüşemediğim, çok uzak biyere taşınan ve nedense çok hızlı bir şekilde yaşlanmış eski bir arkadaşımmışçasına anıyorum. bugün klavyesine dokunup ekranına baktığım, atalarından bin gömlek üstün bu bilgisayarımı da, beni deli gibi korkutan hızdaki teknoloji sayesinde bir gün aynı anılar silsilesi ile hafızamın özlenecekler dosyasına atacağımı biliyorum.

gözlerini diktiğin, karşında duranın, sana görmek istediklerini hiç kaprissiz kayda değer hızda gösterenin değerini bil. ara sıra çıkardığı sorunlara, garip sorulara, apansız kapanışlarına, yanıt vermeyişlere, komik türkçesine, hata ekranlarına ok canım, canın sağolsun de geç, gün gelecek havaya açılan ışıklı ekranlarda aklından geçenleri aklından geçiş hızıyla görüntülerken, sen de onu özleyecek, eksikliklerini affedip nostaljiyle yadedeceksin benim gibi.

eski bilgisayarlarımız geçersiz işlemler yürüttüler ve toptan kapatıldılar. bu sorunlar tekrar etmeye devam ederse satıcınızla görüşün. zira tarih tekerrürden ibarettir... şimdi, (teknolojik) değişiklikleri (hafızanıza) kaydetmek istiyor musunuz?

3 yorum:

john doe dedi ki...

süpermiş... eski 286 günlerim aklıma geldi. c:dir.exe, c:dir.bat gibi antin kuntin kodları yazarak Pentagon bilgisayarına sızarak gizli bi takım iç güvenlik dosyalarına ulaşmak için değil de 1MB'lık dandirik Prince oyununu çalıştırmak için olduğunu düşününce insan ister istemez peeehhhh diyo...

Unknown dedi ki...

İnternete bağlanırken çıkardığı o sesler 'ses hafızamda' en değerli seslerden biri olarak kalacak hep.
Dakikalarca sabırsızca beklerdik internet cafede.
Hey gidi gençlik :)

shamamciyan dedi ki...

dimi ya :) o sesi yaşayan bilir :))