4 Kasım 2008 Salı

çaresiz hasret sanrıları


kan ter içindesin, ensen sırılsıklam olmuş saçlarının ıslaklığını hissediyorsun, umurunda değil. koşmaya devam ediyorsun. nereden nereye ne amaçla koştuğunu bile unutmuşsun. senin gibi koşanlar da var etrafında. yüzünde kocaman bir gülümseme, ara ara kahkahaya dönüşüyor, sen güldükçe nefesini daha da bir kesiyor. aniden durup dizlerini hafif kırıp ellerini dizlerinin üzerine koyuyorsun, gülmeye devam ederek soluklanıyorsun. nefes nefesesin sırtın inip kalkıyor. eve bir bardak suyun hasretiyle koştuğunda, tüm bu enerjin bitip döndüğünde seni bekliyor olacak olan kekin şekerli, tatlı kokusunun heryere sinmiş olduğunu anladığında eskisinden daha da mutlusun. arkandan sana bağırılan öğütleri dinlemeden yine fırlıyorsun sokağa.

tertemiz berrak güneşli bir hava var. en güzel mevsimde, günün en güzel saatinde, hayatının en güzel yıllarındasın... çocuksun.

ölmüş birinin özlemenin çaresizliği gibi çocukluk anıların gelir bazen aklına, yapacak birşeyin olmaz, dümdüz bakarsın en yakınındaki en saçma nesneye, kilitlenir, gidebildiğin kadar geriye gitmeye çalışır, başardıkça da hüzünlenir daha bi çaresizleşirsin.


yıllar geçtikçe sen istemeden de olsa üzerine sıra sıra binen sorumluluklar, sorumluluklardan muaf olduğun o günleri daha da bi' özlemene sebep olur, her gün daha da şiddetlenerek.

yazın yüzmelerin, kışın kartoplarının peşinde, çok tekerlekli bisikletini düşünerek geçirdiğin günlerde, arkadaş grubunda sadece insanların değil, kedilerin, köpeklerin hatta civcivlerin kelebeklerin olduğu, bir topun peşinde amaçsızca koşmanın nefes kesen heyecanlarıyla, gerçek süperkahramanlarının olduğu, ağaçların tepesinde, sahte çadırların içinde, kendini bile düşünmen gerekmezken bunu senin yerine annen yapıyorken, enerjin bitmek bilmezken, kumdan kaleler mecazi anlamlar taşımıyorken, duygularını göstermektan, yaşamaktan, sevincini üzüntünü açık açık paylaşmaktan sakınmıyorken, yağmurdan kaçmayı değil biriken sularda zıplamayı, kagıttan gemileri yüzdürmeyi tercih ediyorken, en kötü ihtimal ev ödeviyle burulan vicdanın bile çizgi filmlerin neşesiyle kifayetsiz kalırken, kariyerlerin değil uçurtmaların peşinde koşuyorken, bilgisayar başında büyüttüğün göbeğini eritmek için değil sırf eğlenmek için taklalar atıp koşturuyorken, arkadaşlıkların egolardan değil omuzlara atılmış kollardan ibaretken, korkuların saklambaçta yakalanmak kadar naifken, sevgini saklamayı değil kocaman kocaman göstermeyi tercih ediyorken, hayallerin astronot olmalara varacak kadar uçsuz bucaksız sınırsızken, çok çabuk heyecanlanıp bunu saklama gereği duymuyorken, gülmelere kahkahalara doyamıyorken, şimdilerde en çok düşündüğün şeylerden biri olan nasıl göründüğünle hiç ama hiç ilgilenmiyorken, küçük şeylerden 'gerçekten' mutlu olabiliyorken, mutluyken, bilmezsin huzurun gerçek anlamını ve o günlerin değerini, bilemezsin. daha kötüsünü, ya da iyisini, veya farklısını görmemişsindir henüz. ve gördüğünde de işte yine o buruk çaresizliğe bürüneceksindir, çünkü artık çok geçtir.

çoktan o yollardan geçmiş geçkinler seni uyarmak isterler, değerini bile bile tadını çıkara çıkara harca o en değerli hakkını isterler. ve ne yazık ki pek beyhude çabalardır bunlar.

çünkü hayatta herşeyin değeri en çok kaybedilince anlaşılır...

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Vay be :( zaten ruh halim hiç müsait değildi iyice çöktüm şimdi. çok etkileyici yazmışsın canım benim, ellerine sağlık... O kadar doğru ki daha başka bişey söylemek istemiyorum bu yazının üstüne...

Brc dedi ki...

küçükken herşey küçü.,tek dert bahçede,sokakta oynarken annenin camdan hadi gel artııııık,yemek yiceeenn diye bağırması.
15 yaşında ne büyüktüm kendime göre halbuki,kendimce herşeyi biliyordum.Keşke herşey o bildiklerimle kalsaydı.
süper bir yazı olmuş.

shamamciyan dedi ki...

adsın (ki o bir burcu) ve brc (ki sanırım o da bir burcu)
ikinize de teşekkür ederim :)

Adsız dedi ki...

Bizim nesil demey dilim varmasa da 80'lerin nesli diyebileceğim nesil o kadar çocukluğunu özlüyor ki... Herkes çocukluğunu düşünüp ağlıyor...

Herkes çocukluğuna mektup yazıyor. Yarım mı kaldı o günler, çok fazla milad mı yaşadık, yoksa eskiler de böyleydi de blog mlog yokyu diye bilinmiyor muydu acaba...

Ama acayip işte gerçekten acayip.

Ve sanırım biz demeye dilim varmasa da lanet olsun ki biz
kayıp bile olamayan bi nesiliz.

shamamciyan dedi ki...

Bence eskiler de bu özlemleri yaşıyorlardı ama bizim çocukluğumuzla şimdimiz arasındaki geçiş ve değişim hiçbir nesilde olmadığı kadar hızlı olduğu için iki hayat yaşamış gibiyiz ve o yüzden en çok özleyen de yine biziz. çocukken 10 kişinin birinin evinde telefon varken şimdi dokunmatik ekranlı cep telefonları var hepimizin cebinde. yüz yıl geçmiş gibi sanki...